Kentli Turist Muhayyilesinde Taşra

Sirince

Yazan: Bilgehan ÇELEBİ

 

“Taşraya bakmak, insanın kendi içine bakmasıdır biraz!” (Elias Canetti)

 

Son yıllarda kentli kalabalığın kendine has bir taşra sevdası matuf oldu. Özellikle büyükşehirlere yakın, özgün mimarisi, dar sokakları olan kasabalar; belediyeler ve birkaç şehirli uyanık müteşebbisin marifeti ile pazarlanmaya başlandı. İnsanların haftasonu “aman hadi bir yerlere kaçalım” sevdası ile arabasına atlayıp gittiği, ‘sevimli butik oteller’ de konaklayıp, “köy kahvaltıları” yaptıkları, çin işi, değersiz üç-beş hediyelik eşya alıp – ki bu genelde ‘ben daha çok gezdim magneti’ oluyor- dönmek isteyenler için ideal tatil mekanları oldu.

Aklıma gelen ilk yerler; Cumalıkızık, Amasra, Beypazarı, Şirince, Safranbolu belki Alaçatı ve Göreme’yi de sayabiliriz. Eski Türk evleri, cumbalı balkon, şalvarlı/şiveli teyze, burnu akan çocuk, kasketli ihtiyar, arnavut kaldırımlı yollar, ev yapımı reçel, gözleme-çay, turşu, salça, lüzumsuz pahalı butik otel, steril sokaklar … ohh mis. “Taşra”yı seviyoruz..

Bir, bilemedin iki kuşak öncesi dizinin üstünde çömeldiği sofradan tahta kaşıkla tarhana çorbası içen bir toplumun mensupları, uzak doğulu turist şapşallığı ile öz yurduna instagramlık fotoğraf malzemesi muamelesi yapması, kendine ve memleketine yabancılaşmasının hayret vericiliği, esasen bu yazının derdi!

Cumalıkızık güzeldir, çünkü tezek kokusu, ahır, hayvan yoktur sokaklarında, Şirince; ismi ile müsemmadır, şirin bir kasaba, yollarında çamur yoktur, kafelerinde lezzetli ev yemekleri ve free wi-fi bulunur.  Beypazarı tertemiz, beyaz badanalı evleri ile gidip köy kahvaltısı yapıp, havuç suyu, havuç pestili, Beypazarı kurusu tüketebileceğiniz nezih bir beldedir. Alaçatı biraz daha pahalı, lüks son derce seçkin bir tatil mekanıdır. Göreme coğrafyanın bize sunduğu bir doğa harikası, köylü yok; ama her yer uyanık-eğitimli-snob butik işletmecilerle doludur, nerdeyse hiç yerli bir müteşebbis göremezsiniz (bkz: Kış Uykusu filmi). Alkollü alkolsüz mekanlarda meşrebinizce aradığınızı bulabilirsiniz. Böylelikle plastik, ambalajlı hayatlarımız için ideal köy hayatı da icad edildi. Kentli kalabalıkların, şımarık alışkanlıkları ile görmek ve tüketmek istedikleri taşra tam da bu. Bir haftasonu kaçamağında pahalı porselenler, şık çatal bıçak takımları ile dolu masalarda, tamamı endüstriyel üretim mahsulü, “serpme kahvaltılıkları” iştahla yiyerek, köy kahvaltısını sadece 45 liraya yemek, kentli kalabalığı ziyadesiyle mutlu eder. Çok şükür ki, köy kahvaltısının ne olmadığını bilecek kadar şanslıyım!

Hatta bu uyduruk “köy/taşra turizmi” bir adım daha ilerleyerek yeni bir hâl aldı. Ankara Altındağ Belediyesi, “ALTINKÖY” adını verdiği  ‘dahiyane’ (!) bir işe imza atmış. 500 dönümlük bir alanda 1930’larda 40’larda Anadolu’da bir köyde ne varsa burada var diyerek, Altınköy’ü inşaa etmiş. Köy okulu, muhtarlık, tarla, kümes, çamaşırhaneye kadar … hem de Ankara yerel yönetimciliğinin tüm arabeskliğini bütün detaylarında görebileceğiniz şekilde. Kuyu suyundan akan nehre kadar hesaplanmış, ama keşke aralarda su desteği veren boruları taşlarla kamufle etselermiş. Köye girişte “içerde kafe var mı” dediğinizde görevliler yaptıkları işi ziyadesiyle ciddiye alarak “efendim köy yerinde kafenin ne işi var, ama köy  kahvemiz mevcut” şeklinde sevimlilik yapıyorlar. Çaya 2 tl, iki kap dondurmaya 20 lira öderken girişteki sevecenliği göremiyorsunuz. ALTINKÖY henüz resmî açılışını yapmadığı için tenkidlerimizi burada sonlandıralım.

 Bir de yukarda saydığım beldelerin değişen ekonomik yönü var; açıkçası madem buralarda turizm gelişti, neden büyükşehirlerden gelen  yuppie tipler para kazanıyor, köylüler zenginleşmiyor derdinde de değilim. Günlük hayatında şalvar, lastik ayakkabı giymeyen kasabalı teyzeler, belki marketten aldıkları erişteler, Tahtakale’den getirttikleri yazmaları, lifleri ufak bir tezgaha sermiş, kendine has şivesi ile kafile kafile gezen gruba, “yavrieem hoşgeldiniz, guzuumm” dedikten sonra kimsenin bir şey almadığını görünce arkalarından çemkirdiğine şahit olduğumdan beri bizim karabudunun da turizm/turist gösterişi ile sahteleştiğine kani oldum. Zenginliğin ve ticaret pastasının hırçınca paylaşıldığı bir saha olan “turizm” yerli halkı da kısa zamanda tüketti.

Köyüne ve yurduna yabancı bir halkın, kendi zevkleri ile tasarladığı bu taşra turizmi, müze gezerken daha eserin tarihçesini, detaylarını okumadan fotoğraflamaya çalışan değersiz kalabalıkların tam da istediği düzeyde bir yerlerde olduğunu itiraf edelim. Turist ve turizmin değersizliği üzerine uzun uzun konuşulabilir. Az eğitimli, orta sınıf ahlâkının “ihtiyaçlar hiyerarşisi”ni hızlı hızlı adımlarken üzerinde uzun uzun soluklandığı “turizm” basamağı daha sert tenkidleri hak ediyor. Kentli görgüsüzlerin saldırganlığından rahatsızlık  benim dikkat çektiğim yada benim muzdarib olduğum bir husus değil. Bazı Avrupa şehirlerinde bu durum epey rahatsızlık oluşturmaya başlamış, müreffeh yaşayan Barcelona’da yerli halk, akın akın şehirlerini istila eden vandal kalabalıktan öylesine sıkılmışlar ki  “yeter turizm bitsin artık” diye geniş çaplı gösterilere başlamışlar. Yakında bu konuda bir referandum falan düzenlerlerse helâl olsun onurlu Katalan halkına.

Yeter bitsin şu zevzek taşra sevdanız, köyünüze dönün!

 

Yorum bırakın